YE, SEV, DANS ET !
TROÇKİ EVİ, Büyükada
Tuzlu Su ve Büyükada
SERRA TÜKEL
11/11/2015
Büyükada, İstanbul/ Türkiye
İzmirli bir çocuk olarak Büyükada’ya ilk kez ailemle ilkokul çağında gittiğimi hatırlıyorum. Adanın adına yakışır “büyük fayton turu” almıştık. Tezek kokuları ve yeşillikler arasından faytonlarla Aya Yorgi tepesine çıkmış sonra o tepede eşeğe binip dolaşmıştık. Sonra gerisin geriye sahile inip kıyıdaki balıkçılardan birinde güzel bir balık yemiş üstüne de kağıt helvada dondurmamızı alarak hava kararmadan bir vapur ile İstanbul'a geri dönmüştük...
Aradan yıllar geçti, üniversite için İstanbul’a taşındım, okullar bitti, tabiri caizse kazık kadar oldum ama Büyükada’ya sonraki ziyaretlerimde de ilkokul çocuğu iken yaptıklarımdan çok farklı bir şey yaptığımı hatırlamıyorum. Ta ki “Tuzlu Su Bienali”ne kadar…
Bu sene 14'üncüsü düzenlenen İstanbul Bienali'nin önemli bir bölümü Prens Adalarını ve özellikle Büyükada'yı kapsıyordu. Bu sayede Büyükada'ya sanat çerçevesinden bakma ve elimde bana yer yön gösteren haritamla adadaki güzellikleri keşfetme fırsatını yakaladım.
O atlı arabalarla geçtiğimiz Çankaya Caddesi'nde meğer ne güzellikler varmış....
Ada aslında Osmanlı İmparatorluğu'nun ve o dönemin Burjuvazisinin en önemli sayfiye merkeziymiş...
Ne köşkler, ne kiliseler, ne metruk fakat güzel binalar...
Gelelim Büyükada'daki Bienal duraklarımıza;
Kaptan Paşa Deniz Otobüsü, Büyükada Halk Kütüphanesi, Splendid Palas Oteli, Rizzo Palas, Mizzi Köşkü, Çankaya 57 ve Troçki Evi "Tuzlu Su" Bienali noktaları arasındaydı.
Sizlere bu duraklardan ilgimi çeken birkaç tanesinden bahsedeceğim. Her ne kadar Bienal Kasım başında bitmiş olsa da bu binalar inşallah daha çok uzun yıllar yerli yerlerinde duracaklar ve umarım yine böyle güzel amaçlar için halkın ziyaretlerine açık olacaklardır...
14. İstanbul Bienali Tuzlu Su sayesinde Büyükada'ya sanat çerçevesinden bakma ve adadaki gizli güzellikleri keşfetme fırsatını yakaladık...
"
"
SPLENDİD PALAS OTELİ
Tuzlu Su Bienali ile adadaki ilk durağımız Splendid Palas Hotel. Adı gibi Splendid bu otele Bienal bahanesiyle ilk kez adım attım. 1911 senesinde inşaatı bittiğinde döneminin en gösterişli davetlerine ev sahipliği yapmış ve Fransız Rivierası'na öykünen bu otelin avlusunda yer alan müthiş bir işçiliğe sahip hasır takımlar Lyon'dan getirtilmiş ve günümüze kadar çok iyi korunmuş. Binanın ayrıca dışarıdan fark edilen ikiz kubbeleri bulunuyor. Bu kubbeler de Osmanlı'da dini fonksiyonu olmayan ve ticari bir yapıda görülen en büyük kubbelermiş. Splendid Palas'ın birinci katındaki koridorda Bienal sanatçısı Kentridge'in "Ey, İçli Makine" isimli çoklu videosu yer alıyordu.
RİZZO PALAS
Bienal gezimizin ikinci durağı ise Rizzo Palas.19. yüzyılda inşa edilmiş bu ahşap yapı adını sahibi Stefan Rizzo'dan alıyor ve 1961'e kadar ev olarak kullanılıyor. Son yıllarda tadilat görmemiş, terkedilmiş bu ahşap köşkün kapısında ikiz kedi kardeşler karşılıyor bizi. Rizzo Palas'ın üst katında 30 derece eğik ekranda gösterilen Ed Atkins videosu ise Tuzlu Su Bienali'nde gördüğüm eserler arasında beni en çok etkileyenlerden biri oldu. Yüksek çözünürlüklü görüntü ve sesleriyle, yoğun kurgusu ile bulunduğu ortamla bütünleşmiş bir eserdi "Tease For Hisser".
MİZZİ KÖŞKÜ
Üçüncü durak Büyükada Mizzi Köşkü...
Ne kadar güzel, ne kadar muhteşem bir yapısın Mizzi Köşkü! İlk kez 1860'larda taştan inşa edilen bu köşkün ilk sahibi Lewis Mizzi astronomiye meraklıymış ve evine bir rasathane kulesi inşa ettirmiş. Daha sonra depremde hasar gören köşkü İtalyan mimar Raimondo D'Aronco restore etmiş. Müthiş bir mimariye sahip Mizzi Köşkü'nün girişindeki merdivenleri süsleyen mimar D'Aronco imzalı dökme ejderha aydınlatmalar tek kelimeyle büyüleyici. Mizzi Köşkü'nde kırık pencerelerin dökülmüş duvarların arasında Susan Philipsz'in eserleri sergileniyordu.
TROÇKİ EVİ
Ve Bienalin en çok konuşulan ve tahminen en çok paylaşılan eserlerinin bulunduğu Troçki Evi'ne...
Gwyneth Paltrow ve Ethan Hawke'ın oynadığı Great Expectations (Büyük Umutlar) filminde son sahnede ikilinin yıllar sonra geri döndükleri, dört duvar kalmış şahane bir yıkık köşk vardır...Troçki Evi bahçesine adım attığımda bir an bana o filmdeki köşkü hatırlattı...
1850'lerde inşa edilen ve esas adı Yanaros Köşkü olan bu yapı, 1932 senesinde Stalin ile giriştiği siyasi mücadeleyi kaybedip sürgüne gönderilen Leon Troçki'yi konuk ediyor ve "Troçki Evi" adını da bu vesileyle alıyor. Leon Troçki'nin ayrıca otobiyografisini ve Rus Devrimi’nin Tarihi adlı üç ciltlik kitabını burada kaleme aldığı söyleniyor.
Evin yokuş aşağı basamaklarla inen geniş ve bakımsız bahçesi denize kadar ulaşıyor ve Bienal'in en çok ilgi uyandıran, Adrián Villar Rojas'ın hayvan heykelleri suyun içinden bizlere karşılıyor!
Söylenecek çok şey yok, tek kelimeyle muhteşem bir görüntü ama bir yandan da böyle bir köşkün bu kadar bakımsız kalması ve adeta çürümeye terk edilmesi de insanın içini acıtıyor.
Umuyorum Bienal sayesinde bu değerli yapılar tekrar bir restorasyon görür ve sürekli gezilebilecek konuma getirilir.