YE, SEV, DANS ET !
SOFRA LONDON, Karaköy
LONDRA'DAN KARAKÖY'E;
SOFRA LONDON VE HÜSEYİN ÖZER
SERRA TÜKEL
25.05.2014
Bu mekan kapanmıştır.
Sofra London, doğma büyüme Londralı, özünde yüzde yüz bir Türk markası…
Londra’da kuruluyor, büyüyor, markalaşıyor ve seneler sonra anavatanına Karaköy’den giriş yapıyor. Kurucusu ve şefi Hüseyin Özer, Türkiye’deki ilk şubesini 6 Mayıs’ta Karaköy Kemankeş Caddesi’nde görkemli bir kutlamayla hizmete açıyor.
Karaköy’de Sofra’nın açılacağını duyar duymaz, ilk haftadan rezervasyonumu yaptırıyorum. Şans bu ya, tesadüfen açılıştan bir gün önce Hüseyin Özer’in davetlisi olarak Sofra’nın lezzetlerini herkesten önce tatma ve kendisi ile tanışma fırsatını yakalıyorum. O zamana kadar Özer’in hayat hikâyesini de pek bilmiyorum. Sonunda güzel işler başardığı aşikar ama nereden geldiği, nasıl başladığı konusunda hiç fikrim yok. Hikâyenin heyecanı kaçmasın diye size de sondan başlayarak aynı akışta anlatacağım…
MICHELIN GUIDE’IN TAVSİYE ETTİĞİ İLK TÜRK LOKANTASI
Sofra London, Türkiye’den önce Londra’da rüştünü ispat etmiş ve Dünya’da Michelin Guide tarafından tavsiye edilen ilk ve tek Türk lokantası olarak biliniyor. Pek çok ünlü ve yıldızlı şef çıkaran İngiltere gibi bir ülkede, Sofra London’ın kurucusu ve şefi Hüseyin Özer parmakla gösterilen şefler arasında yer alıyor.
Öyle ki, Discovery Channel Hüseyin Özer adına bir bile belgesel çekiyor. “The World’s Richest People” (Dünya’nın En Zenginleri) başlıklı belgeselde kendisinden “Türk mutfağını geliştiren ve değiştiren insan” olarak bahsediliyor.
Gelelim Londra’da başarılarla dolu geçen 41 seneden sonra Karaköy’e gelişine…
MÜŞTERİ YOK MİSAFİR VAR, ÇALIŞAN YOK EVLATLAR VAR...
Lokanta Maya ve Karaköy Lokantası ile kapı komşusu Sofra London’a vardığımızda Hüseyin Özer bizleri neşeyle ve coşkuyla karşılıyor. Sanki evine misafirliğe gelmişiz gibi hissediyorum. Üzerinde ipekli gece mavisi gömleği ve Einstein modeli çılgın saçlarıyla güler yüzlü ev sahibimiz açık havada güzel bir masaya buyur ediyor bizi.
Bir yandan sokaktan geçenlerle selamlaşıyor, el sallıyor, diğer yandan bir gözü sürekli masalara servis edilen yemeklerde her an müdahaleye hazır. Sadece servis elemanlarına değil misafirlere bile arada tatlı dille tavsiyelerde bulunuyor; “O mezeyi mutlaka ekmekle yiyin”, “Çatal değil, kaşık kullanın suyu içinde kalsın” gibi…:)
- “Benim sözlüğümde müşteri diye bir kelime yok, benim misafirlerim var” diyor Hüseyin Özer.
-“Çalışanlarım diye bir şey de yok, onlar benim evlatlarım. İngiltere’de ‘Boys and Girls’ diye hitap ederim. Ben şimdi yeni doğum yapmış bir anneyim. Bu bebeğin (Karaköy Sofra) sürekli ilgiye ihtiyacı var, mamasını yedirip altını temizliyorum. Onu bırakamam dolayısıyla bir süre Karaköy’deyim ama benim gerçek evim Londra’da. Bebeğin düzeni oturana kadar uykusuz gecelerimiz olacak. Sonra düzen oturunca gidip gelmelerim başlayacak. Hangi çocuğumun bana daha çok ihtiyacı varsa, hangisinin dersleri aksıyorsa orada olacağım bundan sonra” diye anlatıyor Özer.
Hüseyin Özer kendisini baba değil bir anne olarak tasvir ederken, Sofra’nın başarısının nereden geldiğini daha iyi anlıyorum. Burası Hüseyin Özer’in hem evi, hem de ailesi...
LONDRA’DAN KARAKÖY’E...
Yemeklere başlamadan önce birer kokteyl almamızı tavsiye ediyor Özer. Londra’daki Sofra’dan farklı olarak Karaköy restoranının oldukça iddialı bir barı ve 150 çeşit butik şaraptan oluşan zengin bir şarap menüsü var. Sofra’nın barında imza kokteyller kadar, klasik kokteylleri de en iyi şekilde sunuluyor. Bar iddialı olunca beraberinde her akşam yemek sonrası canlı DJ performansları olacağını da ekliyor Özer. Müziği DJ Murat Tokuz’a emanet etmiş. Sohbet devam ederken “Affectation” isimli Çarkıfelek meyvesinden yapılan leziz kokteylimi sipariş ediyorum.
-“Peki Karaköy fikri nereden çıktı?” diye soruyorum.
-“Benim buraya asıl gelişimin tek bir amacı var. 41 sene sonra Türkiye’ye Sofra London şubesi açmaya gelmedim. Ben buraya Türk mutfağını öğretmeye, okul açmaya geldim. Burası aynı zamanda Özer Akademi. Burada mutfağa girenlerle şartlı sözleşme yapacağım, daha sonra yurt dışında kendi lokantalarını açma koşuluyla işe alacağım. Bizim Türk yemeklerini hakkını vererek yapan insanlara ihtiyacımız var. Yurt dışında Türk mutfağı denildiğinde, üçüncü sınıf mahallelerde, içine adımını atmayacağın kalitesiz ve hatta pis yerler akla gelir. Ben Londra’nın en pahalı semtinde, tüm ünlülere ve kalburüstü kesime yemek yapıyorum. Türk mutfağı desen gelmezler ama onlar artık bir markaya, Sofra’ya geliyorlar. Buradaki amacım da tüm Dünya’da Türk mutfağı ile ilgili yanlış algıyı değiştirebilmek. Karaköy özel bir yer. Londra’daki müşterilerimin çocukları İstanbul’da burada yemek yiyor. Karaköy İstanbul’un yeni yeme-içme merkezi. Dolayısıyla Sofra’yı da başka bir yerde açmayı düşünmedim.”
Sohbet koyulurken soframız mezelerle donanıyor. Humus, İmam Bayıldı, Falafel, Muhammara…
Hüseyin Özer üç öğün kendi mutfağında yemek yediğinden bahsediyor. “Sadece ben değil Michelin ekibi de benim mutfağımda yer” diye de ekliyor. “Benim yemeklerim lezzetli, sağlıklı ve uygun fiyatlı. Burada adam kazıklamak yok. Sağlıksız hiçbir yemek yok. Bir baklava yapıyoruz %5 oranında şeker ve yağ ile. Size söyledim mi, ben ilkokula gitmeyen tek diyetisyenim biliyor musunuz!” diyor.
“Nasıl yani?! Hiç mi okula gitmediniz?”
Oradan hikâyenin başına dönüyoruz…
YOKTAN VAR ETMEK...
Bu derece bir ileri görüşlülük ve hizmet anlayışını görünce insan Hüseyin Özer’in üç kuşak mutfaktan yetişmiş bir aileden gelmesini bekliyor. Oysaki hikâye oldukça farklı...
Tokat doğumlu. Babası evi terk ediyor, annesi 7 yaşındaki oğlunu tek başına Ankara’ya gönderiyor. Hiç okula gitmiyor. “Ankara’da o yıllarda tek sokak çocuğu bendim” diye anlatıyor. “Sokakta yatan başka kimseler yoktu. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e mektup yazdım iki kez beni okutsun diye ama hiç cevap alamadım. Çakmak taşı sattım, komi olarak çalıştım ve 21 yaşında kazandığım parayla tek yön bir otobüs bileti alarak İngiltere’ye gittim. Eğitim olmayınca yapabileceğin işler de kısıtlı. Dönercide iş buldum ve çalışmaya başladım.”
Ve 1981 senesinde Hüseyin Özer ilk Sofra Restoranını kuruyor. Bugün Karaköy dışında Londra’da Mayfair ve Oxford Street’te hizmet veren iki restoranı daha bulunuyor. Discovery Channel’in neden Hüseyin Özer’in hayatını film yaptığını anlamak güç değil. Yoktan var edilmiş bir başarı hikâyesi Hüseyin Özer’inki…
SOFRA’YA DÖNÜŞ…
Gözümün önünden film sahneleri geçiyor ve karşımda oturan neşeli, sevgi dolu adama bir daha bakıyorum. Sokakta kimsesiz büyüyüp serseri olmadan, okuma yazma bilmeden yabancı bir ülkede tüm bunları başarmış olması gerçekten inanılmaz diye düşünüyorum.
Muhabbet koyu, afiyetler yerinde, soğuklar, sıcaklar derken ana yemeklere geçiyoruz.
Keşkek üzerinde Kalkan Balığı sipariş ediyorum. Madem balık seviyorsun o zaman “Black Cod”u (Siyah Morina Balığını) da mutlaka denemelisin diyor Hüseyin Özer. Black Cod, Sofra’nın menüsünde Türk mutfağına ait olmayan tek yemek. Özer’in favori lezzetlerinden olduğu için menüye girmeye hak kazanmış. Bu arada Özer, kendisini ve mutfağını geliştirmek için Dünya’nın her yerinde merak ettiği lezzetleri mutlaka tatmaya gidiyor. Gerekirse bir yemek için Dünya’nın öbür ucuna gider gelirim diyor. Favori restoranını sorduğumda ise; cevabı her daim kendi mutfağı J
Benim de midem çok hassas olduğu için hak veriyorum Özer’e. Kızartmaları hiç yağ çekmemiş, acısı, baharatı, tuzu, tatlısı ne fazla ne eksik, tam kararında tüm lezzetler.
Bu arada Karaköy Sofra’da öğle ve akşam yemeği servisleri dışında bir de İngiliz Kraliyet usulü beş çayı servis edileceğini anlatıyor Hüseyin Özer. Sofra bir Türk lokantası olmasına karşın, uzun yıllar İngiltere tecrübesinden sonra İstanbul’a gelirken oralardan da bir şeyler getirmiş Özer. “En kaliteli ikramlar ve çay çeşitleriyle burada çok şık çay saatleri de yapacağız” diyor.
Kapanışımızı yazının başında bahsi geçen %5 oranında yağ ve şeker ile yapılmış çıtır çıtır fıstık, ceviz ve bademli Baklavalarla yapıyoruz. Baklavayla bitmiyor Fırın Sütlaç, Meyveli Su Muhallebisi, Ayva Tatlısı da geliyor. Lafın özü çatlayana kadar yiyoruz!
“Benim için asıl test şimdi başladı” diyorum Hüseyin Özer’e vedalaşırken.
“Pek çok yemek yerken lezzetli ve güzel ama maalesef yedikten birkaç saat sonra mide yanmaya, acımaya ve alarm vermeye başlıyor. Kimi zaman uykumdan uyandıracak kadar ıstıraplı olabiliyor. Özellikle de böyle tıka basa yediğimde, hele bir de işin içine mezeler girdiğinde. Size bu yemeğin sonuçlarını iki gün sonra tekrar buraya yemeğe geldiğimde bildireceğim” diyorum ve teşekkür ederek ayrılıyorum.
Hüseyin Özer’in Sofrası “Yemek Sonrası” testini %100 başarıyla geçiyor. Sanki onca yemeği yiyen, kokteyller içen, tatlılar götüren ben değildim! Rahat uyuyorum ve kuş gibi hafif kalkıyorum. Aynı hafta tekrar yemeğe gittiğimde Hüseyin Özer’e bir kez daha teşekkür ediyorum.
İyi ki geldiniz, hoş geldiniz Sofra London ve Hüseyin Özer!